Aralık 01, 2011

Altıncı Bölge

Jonathan Safran Foer
Çev: K. Özkan Dağ

Bir zamanlar New York'ta Altıncı Bölge diye bir yer varmış. Tarih kitaplarında rastlayamazsınız adına ya da her hangi belgeye hakkında. Yani böyle bir yerin var olduğunu ispatlayamazsınız. Hatta var olmadığını ispatlamak çok daha kolaydır. Özellikle bu çağda, sağı solu belli olmayan bir dünyada, insanlar varığını yoğunu şimdiki zamana heba ederken... Tabii bir de Altıncı Bölge diye bir yer olduğuna inanmaya vakti dahi olmayan ya da oranın var olduğuna inanmak için bir sebep olmadığını söyleyen ve nihayet inanmadığını söyleyen birçok insanla karşılaşabilirsiniz. Dikkat ederseniz hepsi "inanmak" kelimesini telaffuz eder.

Altıncı Bölge... O bir adaydı. Manhattan'dan incecik bir su kanalı ayırırdı onu. Bu kanalın en dar yeri dünya uzun atlama şampiyonunun kat ettiği mesafeye denkti. Yani adamın biri suya değmeden Manhattan'dan Altıncı Bölge'ye rahatlıkla ulaşabilirdi. Büyük bir şölen hazırlığı yapılmıştı bu atlayış için. Adadan adaya bageller, spagettiler dizildi, kaplara samosa börekleri kondu, Yunan salataları konfeti gibi etrafa saçıldı. New Yorklu çocuklar yakaladığı ateşböceklerini cam kavanozlarda bir oraya bir buraya yüzdürdüler. Böcekler havasızlıktan titreşe titreşe son ışıklarını yaktılar yaşamlarının son anlarında. Sabırsız çocuklar! Erken davranmasalar sular ışıklarla parlayacaktı.

Uzun atlama vakti geldiğinde sporcu Manhattan boyunca koştu koştu. New Yorklular da peşinde sokak sokak, bazıları da evlerinin pencerelerinden, ofislerinden hatta ağaçların tepesinden izlediler. Nihayet zıpladığında New Yorklular, Manhattan ve Altıncı Bölgenin kıyılarına çökmüş halde tezahürata başladı. Adam birkaç dakika boyunca havada kalınca New York sakinleri bu uçma yeteneğinin büyüsüyle kendilerinden geçti.

Belki de buna havada asılı kalma desek daha doğru olur. Çünkü bu zıplayışı bu denli ilginç kılan adamın bir bölgeden diğerine nasıl atladığı değil, havada nasıl bu kadar uzun süre kalabildiğiydi.

Bir yıl geçti, bir yıl daha ve birkaç yıl... Atlayıcının baş parmağı hafifçe suya sürttü ve suda bir kıpırtı oldu. Nefesler tutuldu. Sudaki dalgalanma Altıncı Bölgeden Manhattan'a doğru yayıldı, ateşböcekleri dolu kavanozlardan biri bu sallantıyla diğerine tosladı. Çan sesini andıran bir ses yankılandı o sessizlikte.

"Belki de kötü bir başlangıç yaptı." dedi Manhattanlı bir vekil suyun öteki yakasından.

Atlayıcı hayır şeklinde başını salladı, biraz da utanmıştı kendinden.

"Rüzgar karşıdan geliyor, yüzüne vuruyor ondan." diye karşılık verdi Altıncı Bölgenin vekili. Ayağını kurulasın diye ona havlu uzatılmasını istedi.

Ama o yine başını salladı.

"Belki öğlen yemeği biraz fazla kaçırmış." dedi seyircilerden biri diğerine.

"Belki de yaşlanmıştır bu işler için." dedi çocuklarıyla atlayışı izlemeye gelen bir diğeri.

"Bahse girerim içinden gelerek yapmadığından oldu," dedi birisi, "gerçekten içinde hissetmezsen bu kadar uzun mesafeyi atlayamazsın!"

Atlayıcı tüm spekülasyonlara "Hayır!" diye karşılık verdi, "Hiçbiri doğru değil, atlayışım mükemmel."

Seyircilerin hepsinin aklında aynı fikir yayılmaya başladı, tıpkı baş parmağın suda yarattığı dalgalanma misali... Bir New Yorklu bu düşünceyi dillendirdiğinde herkes onayladı: "Altıncı Bölge hareket ediyor!"

Altıncı Bölge New York'tan uzaklaşıyor, her yıl birkaç santim... Bir yıl sonra uzun atlayıcının ayağı tamamen suya gömüldü, birkaç yıl sonra da bacakları... Yıllar geçti geçti. Kimse böyle merakla neyi kutladıklarını bile hatırlamaz oldu. Atlayıcı kollarını uzatıp Altıncı Bölgenin kıyısına yapışacaktı ki, maalesef başaramadı, dokunamadı bile. Manhattan ve Altıncı Bölge arasındaki sekiz köprü gerildi gerildi ve sonunda birer birer çatırdayıp sulara gömüldü. Tüneller de bağı korumak için çok zayıftı.

Telefon ve elektrik kabloları koptu, Altıncı Bölge Orta Çağ teknolojisine mahkum oldu. Çocukların büyüteçlerini kullandılar. Önemli evraklardan uçak yapıp binadan binaya atarak ilettiler birbirlerine. Ateşböcekleri dolu kavanozlar, o şenlik günü için suya salınmış kavanozlar, şimdi evlerde ışık olarak kullanılıyor.

Pizza Kulesini inceleyen mühendisler bile çağrıldı bu durumu çözmek için.

Onlar da kayıtsızca "Görünüşe göre toprak gitmek istiyor!" dediler.

New Yorklular, "Peki bu işin bir yolu yordamı yok mu?" diye sorunca,

"Maalesef, yapacak hiçbir şey yok." dediler.

Tabii bir iki çaba gösterdiler kurtarmak için. Ama "kurtarmak" doğru kelime değildi, çünkü o gitmek istiyordu, kurtarılmak değil. Belki "alıkoymak" deyimi daha yerinde olurdu. Adadan adaya zincirler gerildi, ama bunlar da para etmedi, bir süre sonra gerile gerile hepsi koptu. Altıncı Bölgenin etrafı boyunca beton bloklar döküldü, kemerler, mıknatıslar, hatta dualar... Sonuç yine hüsran, hüsran.

Gençler adadan adaya teneke kutulardan telefonlar yaptılar. Ama bunun için de bir uçurtmayı göklerde kaybedecek kadar uzun ipler gerekti.

"Gittikçe zorlaşıyor seni duymak," dedi Manhattan'da yatak odasındaki kız. Gözlerini kısmış, babasının dürbünüyle arkadaşının penceresini arıyordu.

"Bağırmak zorunda kalacağım sanırım." dedi Altıncı Bölgede yatak odasındaki çocuk. Doğum günü hediyesi olan teleskopla bakındı.

Aradaki ip iyice gerildi, zaten destekle duruyordu: Yoyonun ipi, konuşan oyuncak bebek, babasının günlüğünün kalın ara ipi, büyükannenin parlak inci kolyesi, amcasının çocukluk battaniyesi ve bir yığın çaput parçası... Birbirlerine alıp-verdikleri her şeyi kullandılar desteklemek için hattı: yoyo, oyuncak bebek, günlük, kolye, kilim. Daha daha çok şey denediler. İp de olduğundan beter oldu git gide.

Beni sevdiğini söyle dedi erkek kız arkadaşına. Başka söze ihtiyacı yoktu.

Kız ondan bir istekte bulunmadı, "Bu çok saçma! Biz bunun için çok küçüğüz." de demedi. "Seni seviyorum." dermiş gibi izlenim uyandırmıştı karşıdan. Kelimeler yoyo, oyuncak bebek, günlük, kolye, battaniye, çamaşır ipi, doğum günü hediyesi, arp, poşet çay, masa lambası, tenis raketi ve bir gün onun bedeninden sıyırdığı eteğin oluşturduğu hattan yol aldı. Oğlan teneke kutudan avizesinin kapağını kapadı, ipten söküp o sevgi sözcüklerini dolaba sakladı. Ve tabii kapağını hiç açmadı kutunun, açarsa içindekileri yitirecekti. Sadece orada olduklarını bilmek yeterliydi.

O çocuğun ailesi gibi bazı aileler, Altıncı Bölgeyi terk etmedi. Bazıları, "Niye gidelim ki?" dedi. "Tüm dünya hareket ediyor ne de olsa. Bölgemiz bunun üstesinden gelmeyi bilir. Bırakın Manhattan orada kalsın." Böyle düşünen birinin haksız olduğunu kanıtlayabilir misiniz? Hem niye böyle bir işe girişilsin ki?

Birçok Altıncı Bölgeli bu gerçeği, yani bölgenin ayrılışını, ne sorguladı, ne de gidişata direndi, hatta bunu ne prensip ne de cesaret gösterisi durumuna dönüştürdü. Sadece bölgeyi tahliye etmeye yanaşmamışlardır. Hayatlarından memnundular ve onu değiştirmek istemediler. İşte öylece santim santim yüzüp gittiler.

Bu olanların hepsi bizi Central Park'a taşıyor.

O zamanlar Central Park şu an olduğu yerde değildi. Altıncı Bölgenin merkezindeydi; bölgenin neşesi, kalbiydi. Altıncı Bölgenin uzaklaştığı ve kurtarılamayacağı veya alıkoyulamayacağı kesinleştiği an New Yorkluların oylamasıyla parkın kurtarılmasına karar verildi. (Oy birliği sağlanmıştı. En inatçı Altıncı Bölgeli bile yapılması gerekenleri onaylamıştı.) Muazzam kancalar bağlandı parka ve New Yorklular asıldı halatları. Sanki Altıncı Bölgeden Manhattan'a kilimler uzanıyormuş gibiydi manzara yukarıdan bakınca.

Çocukların hareket eden parkta uzanmalarına izin verilmişti. Buna neden izin verilmişti ya da neden sadece çocuklara izin verilmişti kimse bilmiyordu. New York'un gördüğü en büyük havai fişek şöleni yapıldı, sokaklar aydınlandı ve tüm kalbiyle çaldı Filarmoni orkestrası o gece.

Sırt üstü uzanmış çocuklar parkın her yerini doldurmuştu. Sanki o anda o yer onlar için vardı. Havai fişekler parçaları saçıldı etrafa... Yere indikçe söndüler ve çocuklar uzadıkça uzadılar, her saniye bir santim, Manhattan'a ve yetişkinliğe doğru... Park nihai dinlenme yerine kavuştuğunda çocukların her biri uykuya dalmıştı ve o esnada park düşlerini süsleyen mozaikti. Bazıları bağırdı, bazıları sersemce gülümsedi, bazıları da öylece durdu.

Sahiden de Altıncı Bölge var mıydı?

Kesin bir kanıt yok.

İkna olmayı reddeden birisi için kanıt yoktur.

Ama inanmak isteyen birisi için ipuçları ganidir: Central Parkın kayıtlarındaki olağandışı fosiller, su depolarındaki uyumsuz PH değerleri, hayvanat bahçesinin bazı yerlerindeki izler (bu şunu açıklıyor: dev kancalarla açılmış delikler, parkı bir bölgeden diğerine bağlamak için kullanılmış).

Bir ağaç var, atlı karıncadan yirmi dört adım doğuda, gövdesine iki isim kazınmış. Bu isimlere ne telefon rehberinde ne de nüfus sayım sonuçlarında rastlanıyor. Hastanelerde, vergi dairesinde ve seçim kayıtlarında adları bulunmuyor. Ağaçtaki diğer isimleri bulmak mümkünken onların var olduklarını gösteren hiçbir belge yok.

İşte gerçek: Central Parkta ağaçlara kazınan isimlerin yüzde beşinden fazlasının kökeni bilinmiyor.

Çünkü Altıncı Bölgenin bütün belgeleri, evrakları onunla bir yüzüp gitti. O isimlerin o bölgede yaşayanlara ait olduklarını ve Central Park Manhattan'da değil, Altıncı Bölgedeyken o ağaçlara kazındıklarını asla kanıtlayamayacağız. Bazıları, birilerinin sağa sola isim kazıyıp şüpheleri bir adım daha öne çekmeye çalıştığını düşünebilir. Diğerleriyse çok daha başka şeylere inanabilir.

Ama bir insan, hatta küstah, ruhsuz biri bile olsa, Central Parkta birkaç dakika oturup da içinde artan bir endişenin olmadığını söyleyemez. Belki bu bizim anılarımızın canlanması veya umutlarımızın var olmasından kaynaklanır. Belki de parkın iplerle taşındığı o geceden kalmadır, New Yorklu çocukların bilinçaltlarına kazınan o esrarengiz geceden... Belki de o kaybedilene özlem duyarız.

Altıncı Bölgenin ortasında eskiden Central Parkın bulunduğu devasa bir delik var. Ada gezegenin üzerinde hareket ettikçe, sanki açık bir pencere gibi içeriyi gösterir.

Altıncı Bölge şimdi Antartika’da. Kaldırımları buzla kaplanmış... Mozaik camlı kütüphanesi karın ağırlığına direnmeye çalışıyor. Bahçelerde donmuş çeşmeler; donmuş çocuklar, donmuş iplerle bağlı, donmuş salıncakta havada asılı duruyor. Tsitsit giymiş donmuş çocuklar ve annelerinin başlarında donmuş peruklar. Ahırlarda koşarken donmuş atlar, bit pazarında pazarlık esnasında donmuş kalmış satıcılar, yaşamlarının ortasında donmuş orta yaşlı kadınlar... Suç ve masumiyet arasında donakalmış tokmağı yargıcın... Yerde, yeni doğan bebeklerin ilk nefeslerinin kristelleşmiş taneleri, son nefesleri olmuş... Ve donmuş bir dolaptaki donmuş bir rafta donmuş bir teneke kutu... İçinde bir ses, hapsedilmiş.

_____________
Bagel: Kökeni yahudilere dayanan, önce suda kaynatılan ve sonra fırınlanan Amerika'da popüler bir tür simit
Samosa: Güney Asya ülkeleri Hindistan, Pakistan ve Nepal'de çokça tüketilen börek çeşidi
Tsitsit: Dört köşeli, kenarları püskülle işlenmiş, Yahudi erkeklerin giydiği bir çeşit kıyafet

Jonathan Safran Foer 1977 doğumlu yazarın en iyi bilinen kitapları Everything Is Illuminated (Her Şey Aydınlandı, Siren Yayınları) ve Extremly Loud and Incredibly Close (Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, Siren Yayınları)'dır. Amerikan çağdaş romancı ve öykücülerindendir. Öykülerinde genellikle görsel imgeler kullanan yazarda büyülü gerçekçilik akımına rastlanır.

Orijinal Adı: Sixth Borough
Tür: Öykü
Dil: İngilizce

Ekim 14, 2011

Şiir Çeviri-yorum

Zormuş... Çeviri yapmak, zormuş; bir zanaatmiş saatlar alırmış. Peh... Bu İngilizce'mle ben yaparım o kıytırık çeviri dediği şeyleri... Zaten ne yapıyorsun ki; önce okuyorsun, kaba taslak çeviriyorsun, sonra cila gibi bir düzeltme geçiyorsun üstüne, al sana kaymak gibi çeviri... Mis mis! Hele şiirse iş daha da kolay. Çeviri şiire tutup da kimse kolay kolay çamur atamıyor, düz yazı olsa yine bir yere kadar hani, çat pat konuşan pat küt yorum yapar; ama yok şiirde yemiyor arkadaş. Bir kere şiir kelimesine bak yahu, “ş” ile başlıyor: Şşşş! İzle gör, nasıl evrilir çeviri:

Alba
As cool as the pale wet leaves
                       of lily-of-the-valley
She lay beside me in the dawn.
                              Ezra Pound

Evet efendim, önce kelimelerin anlamlarına bakalım sözlükten; hatta hiç yormayalım kendimizi yoldaş, değil mi? Direct (ah, af edersiniz İngilizce düşünüyorum da) yazalım yerine kelimelerimizi.

Ak
kadar serin kadar -belirli durumlarda isimden önce kullanılır- soluk ıslak yapraklar
                                -in zambak in -belirli durumlarda isimden önce kullanılır- vadi
O (veya kadın, dişi...) sermek yanına beni de -belirli durumlarda isimden önce kullanılır- şafak

Zaten gerisini küçük bir çocuk bile halleder. Sözlükten bakıp bakıp kelimeleri yazıyor, sonra kafasına göre bir düzen tutturuyor tumturaklı mumturaklı oturaklı taraklı kabuklu yumuşakça...

Gördün mü? O son satırı yazabilen, daha neler neler uydurur gör sen:
Efendim, parantez içlerinde fikrimi belirtmeyi uygun gördüm sizlere mazur görün beni, biliyorum, şiire dipnot koymak bile abesliştigalidad (hahay!)... Her neyse, özür dilerim biraz heyecanlıyım da... İlk kez deniyorum metin anlamlandırmayı.

Ak (Şiirimizin adı. Aslında bana kalırsa matbaa “Abla” yazacakmış ya... Neden diyeceksiniz; tamamını oku hele göreceksin hergele; ehem, yani önüne her gelene, kelimeye, virgüle takma kafayı.)

solmuş ıslak yapraklar belirli durumlarda, isimden önce kullanılırsa, serinlemeyesin!(biliyorum, çevirmenler açık açık anlatmadıkça anlamıyorsunuz; dedim ya şiir bu, anlamasa da kimse okuyunca zevk alır pozunda inlemek bir sanattır! Hiç unutmam, lisedeyken bir edebiyat hocası... neyse şiir diyorduk, çok özür dilerim tekrar. Şimdi bu ıslanıp solmuş yapraklar -bir kere bu olayın son-baharlardan birinde yaşandığını akıl edemediysen...- evet bu yapraklar, isimden önce kullanılırsa, misal, edebiyat hocası dedik ya, ondan geldi bu kelime benim suçum değil vallahi!, Yaprak Kemal, bazıları Yapraam Kemal diye derler ama konumuz bu değil, işte bu soğuk, azcık Fransız estetiği katalım, so-baha haliyle üşütmesin, soğuk alma, algın Kemal'im diyor şair; yok canım şair dese çevirmen niye açıklasın? Özür dilerim efendim, yine uzattım, iyisi mi devam edelim.)


-in zambak in, belirli durumlarda isimden önce kullanılır vadi,(Zambak özel isim yahu, ZZZZZ BÜYÜK! Ehem... İn Zambak in! diyorlar. Zambak'a döneceğim ama şu noktayı açıklığa kavuşturalım: Şair burada Balzac'nın Vadideki Zambak eserine gönderme yapıyor. Nasıl mı? Anlamadın değil mi, boşuna koyu yazmıyoruz, bir oku derim. Evet efendim devam edelim. “Vadi” isimden önce kullanılırsa ne olur? Vadi Zambak olur. Açıkça gönderme yapılmış burada. Muhtemelen annesi bağırıyor kıza: İn in Zambak kızım, her zaman olmaz öyle; sadece belirli durumlarda isimden önce vadi kelimesi kullanılır... Ve yine muhtemelen, Vadideki Zambak'tan esinlenilmiştir. Zaten Balzac'nın da dağ köylerine gidip geldiğine rastlanmıştır. Uçurumun kenarında intihara beş kala köylü güzeli kızımız, annesinin sesini duyar aşağıdan... Bundan çok etkilenen Balzac adanı koyar kitaba. Evet, bu yorum biraz post-modern oldu, farkındayım. Devam edelim efendim.)

O, beni yanına serer belirli durumlarda, isimden önce kullanılırsa eğer şafak(Evet efendim, bir başka zor metnin peşindeyiz, anlamının peşindeyiz daha doğrusu. Aslında şafak diye bitmesi büyük bir ipucu: Şairimiz askerde yazmış bu satırı. O sermek yanına beni de... Şairimiz kırlarda yavuklusuyla geçirdiği vakitleri anımsıyor burada. Dominant karakterli kızımız şairi adeta piknik kilimi gibi seriyor yanına, otlara. Şair de oradan diyor, isim yok, cisim yok ne diye kullanıyorsun bu şafak bekleyen asker yavuklunu? Kızımızın ağzı hiç boş durur mu? Zacımı süpürge etmişiken kilmi serimde süpürüvirim didim. Şimdiki kızlar böyle efendim, kendini düşünürler. Şiirde bile rahat durmazlar, zorları neyse...)

Evet efendim, bir şiirden neler çıkıyor görüyorsun, sonra bana vay efendim edebi çeviri, yok anlam aktarması, kültür-dil etkileşimi sayıklama! Al işte bu çeviriyle etkileş dur muhterem çevirmen! Evet, yorumlama bittiğine göre, derleme bir araya getirme -ya da adam etmeye diyelim, bizim mizaca en yakın olan deyim- sıra gelir:

Önemli Not: Çevirimiz nihayetinde selbes çeviridir. İstediğim yöne çeviririm.
Bir halk kahramanın dediği gibi:

“Ha! aralarında bi farg galdı o fargınan çoğ guzel oldu.
Meselam, hergesin hayadına gımsem garışamaz.”
Bir halk kahramanı

Al sa'a zanaat-saat ürünü:

Ak
solmuş ıslak yapraklar bazen eğer isimden önce kullanılırsa, serinlemeyesin!
Muhtemelen bağırıyordur Fransız kadın,
“in Zambak in, gel beri!
Hep gelmez isimden evvel! vadi”
O, beni yanına serer belirli durumlarda, isimden önce kullanılırsa eğer şafak

İmza
Umiçeroyzłą

Eylül 24, 2011

Scrabble Oyunu: Ölüm


Charlie Fish
Çev: K. Özkan Dağ

1.
Çok sıcak bir gün ve karımdan nefret ediyorum.

Scrabble oynuyoruz. İşte bu yüzden her şey berbat. 42 yaşındayım, bunaltıcı sıcak pazar ikindin ve yapabileceğim tek şey Scrabble oynamak.

Dışarı çıkıp, egzersiz yapmaIı, para harcamalı, insanlarla takılmalıyım. Perşembe sabahından beri karım haricinde bir insanla konuştuğumu hatırlamıyorum. O sabah sütçüye konuşmuştum.

Bana gelen harfler bir işe yaramaz.

Oynuyorum, BAŞLANGIÇ. N küçük pembe yıldızlı. Yirmi iki puan.

Karım kendini beğenmiş tavırlarıyla harflerini düzenliyor. Tıkır, tıkır, tıkır. Nefret ediyorum ondan. Şimdi burada olmasaydı daha ilgi çekici bir şey yapıyor olurdum. Kilimanjaro'ya tırmanırdım. Gişe rekorları kıran Hollywood filmlerinde oynardım. Küçük bir yelkenliyle denize açılırdım, bilmiyorum. Ama mutlaka iyi bir şey yapıyor olurdum.

BÜYÜLÜ yazdı, Ü ile iki kat, 30 aldı. Şimdiden deviriyor beni. Belki de onu öldürmeliyim.

Sadece T harfim olsaydı, CİNAYET yazabilirdim ve bir işaret, bir izin olurdu bu harekete geçmem için...

İ'yle ağzımda oynuyorum, biliyorum kötü bir şey yapıyorum. Bütün harfler yıpranmış. SICAK oynuyorum, 22 puan. İ'mi ısırmaya devam edebilirim.

Torbadan yeni bir harf çekerken, bir şey geliyor aklıma. Ne yapacağımı harflere bırakacağım. Eğer ÖLDÜR çıkarsa ya da SAPLA ya da onun adı ya da herhangi bir şey derhal yapacağım. İşini bitireceğim.

Şu an MIHZPA var elimde. Bir de ağzımda İ. Kahretsin.

Güneşin sıcağı beni pencereye itiyor. Dışarıda böcekler vızıldıyor. Umarım arı değildirler. Kuzenim Harold dokuz yaşındayken arı yutmuş da boğazından sokunca ölmüş. Keşke arı olsa da karımın ağzına kaçsa.

2.
Bütün harflerini kullanarak TERLETİCİ yazdı. 24 puan, 50 de bonus. Eğer sıcaktan mayışmış olmasaydım, bunun üzerine, onu direk şimdi boğardım.

Terliyorum. Yağmur yağsa hava temizlenirdi. Aklıma bir şeyler gelir gelmez iyi bir kelime uyduracağım. BÜYÜLÜ'nün L'sini kullanarak NEMLİ, çift kelime puanı eder. İ'yi alta koysam bir sıvı foşurtusu yapar. 22 puan daha. Umarım kötü harfleri vardır.

Bana berbat harfleri olduğunu söylüyor. Bir şeyden dolayı daha da nefret ediyorum ondan.

FAN yazıyor. F'yi çift kullanıyor ve kalkıp ketılı dolduruyor, klimayı açıyor.

Son on yılın en sıcak gününde karım ketılı çalıştırıyor. İşte bu yüzden nefret ediyorum ondan. ZAP yazıyorum, Z'yi çift kullanarak. O klimadan sersemliyor. Benim de hoşuma gidiyor.

İçini çekerek oturuyor ve harfleriyle zırvalamaya başlıyor tekrar. Tıkır, tıkır. Tıkır, tıkır. İçimde korkunç bir hiddedin yükseldiğini hissediyorum. Bir zehir bacaklarımdan yayılmaya başlıyor, parmak uçlarıma geldiğinde oturduğum yerden fırlayıp Scrabble'ı yere saçacağım ve ona tekrar tekrar durmaksızın vurmaya başlayacağım.

Köpüren nefretim parmak uçlarıma geliyor ve gidiyor. Kalbim çarpıyor. Terliyorum. Zannedersem yüzüm de seğiriyor. Sonra derin bir nefes alıyorum ve tekrar oturuyorum. Ketıl'ın ıslığı duyuluyor. Bu ıslık beni daha da bunaltıyor.

HAZIR oynuyor, bir harf çiftli, 18 puan. Sonra çay koymaya gidiyor. Hayır ben istemiyorum.

O görmeden torbadan boş bir harf çalıp V harfini geri atıyorum. Şüpheleniyor, bana bakıyor. Çay fincanıyla geri dönüyor, fincanı eliyle kavrarken 7 harfli bir kelime yazıyorum: HİLEKAR, HAZIR'ın A'sını kullanarak. 64 puan, 50 puan da bonus. Demek oluyor şimdi ben onu yeniyorum.

3.
Hile mi yaptığımı soruyor.

Ondan nefret ediyorum nefret!

İHMAL oynuyor, üçlü kelime, 21 puan. Skor 153 o, 155 ben.

Fincanından çıkan buhar beni daha da bunaltıyor. Tehlikeli kelimeler kurmaya çalışıyorum ama yazabileceğimin en iyisi UYKU.

Karım sürekli uyur durur. Kapı komşumuzun kapıyı kırıp, televizyonu kırıp, Teletabi Lala bebeğinin içini dışına çıkarışına dek uyudu durdu. Ve ertesi gün de uykusuzluktan sarhoş oldum diye dır dır etti.

Keşke ondan kurtulmanın bir yolu olsaydı.

Bütün harflerimi kullanabileceğim bir fırsat gözlüyorum. BÜYÜLÜ'nün L'si ile PATLAR. 72 puan. Bu ona haddini bildirir.

Son harfi de koyuşumla sağır edici bir gümleme oluyor ve klima duruyor.

Kalbim coşuyor, ama klimadan değil. İnanamıyorum, bu bir tesadüf olamaz. Harfler yaptı bunu! PATLAR diye yazdım ve oldu, klima patladı. Daha önce de HİLEKAR oynamıştım hile yaptığımda. Kelimeler gerçek oluyor. Kendi geleceklerini kendileri tayin ediyorlar. Bütün oyun BÜYÜLÜ.

Karım İŞARET yazdı, T'yi üçlü kullarak, 10 puan.

Bunu test etmeliyim.

Bir şeyler oynayıp ne olacağına bakmalıyım. Hoş olmayan bir şey yazıp harfler yapacak mı diye bakmalı. Elimde ABQYFWE var. Çok fazla bir seçeneğim yok. Çıldırmış gibi B'yi ısırmaya başlıyorum.

4.
PATLAR'ın A'sını kullanarak UÇMAK oynuyorum. Arkama yaslanıp gözlerimi kapıyorum. Havaya yükselme hissi bekliyorum. Uçmayı bekliyorum.

Salaklık. Gözlerimi açtığımda bir sinek görüyorum. Scrabble'ın üzerinde dönüyor, fincanın buharında sörf yapıyor. Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz. Bir sinek her zaman olabilir sağda solda.

Açık ifadeli bir şey oynamalıyım. Yanış anlama ihtimali olmayacak bir şey. Kesin ve son olacak bir şey. Son olacak... Ölümcül bir şey...

Karım DİKKAT oynuyor, T yerine boş bir taş kullanıyor. 18 puan.

Bende AQWEUK, bir de ağzımda B. Harflerin gücünden korktum ve aynı zamanda onları kullanamamaktan hayal kırıklığına uğradım. Belki tekrar hile yapıp KESMEK ya da GEBERT filan yazabileceğim harfler çalmalıyım.

Sonra buluyorum. En müthiş kelime... Güçlü, tehlikeli, dehşet verici kelime... ÇABUK oynuyorum, 19 puan.

ÇABUK'un gücü getirdiği puan kadar mı olacak diye merak ediyorum. Damarlarımda titreşen durağan kanı hissediyorum. Kadere ben hükmediyorum. Yazgıyı değiştiriyorum.

Karım ÖLÜM oynayarak 34 alıyor ve oda sarsılmaya başlıyor.

Soluk soluğa kalıyorum ve ağzımdaki B boğazıma kaçıyor. Öksürmeye çabalıyorum. Suratım kıpkırmızı oluyor, ardından da mor. Boğazım şişiyor. Boynumu tırnakIayarak kanatıyorum. Sarsıntı hat safaya ulaşıyor.

Yere düşüyorum. Karım oturuyor, yalnız izliyor.

Orijinal adı: Death by Scrabble
Tür: Öykü
Üşenmeyip de harfleri oyun üzerinde yerleştiren çevirmen arkadaşım Candan Selman'a teşekkürlerimi sunarım.

Eylül 15, 2011

Gelme buralara... Ya gelirsen?


C. Bukowski (1920-1994)
Charles Bukowski
Çev: K. Özkan Dağ

Evet elbette, dışarıda değilsem evdeyim,
çalma kapıyı, sönükse ışıklarım.
Ya eğer sesler duyarsan,
Proust okuyorumdur;
şayet biri kapının altından atmışsa.
Borç veremem, ya da telefonumu
ya da arabamdan geriye kalanı.
Belki dünün gazetesini alabilirsin,
ya da eski bir gömlek, belki bir bologna sandviçi
ve eğer çığlık atmıyorsan geceleri, bir kanepe.
Kendinden bahsedersin,
evet, çok normal bu
hepimiz zor zamanlardayız.
Ama aile kurmaya çalışmıyorum ben,
çocuğumu Harvard'a göndermek,
ya da av arazisi satın almak...
Yüksek değil hedeflerim,
sadece kendimi canlı tutabilmek,
az biraz daha.
Ve kapımı çalarsan işte, bazen,
cevap vermiyorsam,
bil ki burada kadın filan yok.
Çenem kırılmıştır, onu bağlayacak bir şey arıyorumdur.
Belki de kelebekleri kovalıyorumdur,
duvar kağıdında süzülen.
Cevap vermiyorsam yani,
cevap vermiyorumdur, ve
henüz hazır değilimdir,
seni öldürmeye, ya da sevmeye, ya da kabullenmeye...
Konuşmak istemiyorumdur,
meşgul, deli, mutluyumdur...
Belki bir ipte sallanıyorumdur,
hatta ışıklar da açıktır.
Bir ses duyabilirsin,
soluklanma, dua, şarkı...
radyo, yuvarlanan zarlar veya daktilo sesi...
Uzaklaş! O gece değil, o saat değil,
kabalıktan, cehaletten değil tavrım,
İncitmek değil amacım, bir böceği bile.
Ama bazen, bir şeylerin kanıtını arıyorum,
masmavi gözlerinin, hep mavi kalsınlar,
ve saçların, şayet var ise,
ve aklın, kimse tarafından içine girilmemiş
ip kopana ya da düğümler atılana kadar
veya kafan tıraş edilene kadar ayna karşısında,
yara kapanıp, tekrar açılana dek,
                                                    daima.

Habis, Sayı: 4
Orijinal adı: don't come round but if you do...
Tür: Şiir

Eylül 10, 2011

Yalnız

Edgar Allan Poe (1809-1849)


Edgar Allan Poe
Çev: K. Özkan Dağ


Çocukluğumdan beri olmadım diğerleri gibi
Gözlerim görmedi onların gördüklerini.
Tutkularım farklı, kaynağım
farklıydı ve aynı olmadı hüzünlerim
Kalbim uyanmadı aynı neşe tonunda
ve yalnızdım bütün aşklarımda.
Çocukluğum, fırtınalı bir ömrün şafağıydı,
iyi ve kötünün derinliklerine sürüldü.
Beni hâlâ dik tutan gizem:
sağanakta veya pınardan,
kızıl falezlerden, dağlardan,
dönen güneşten etrafımda
onun hazan renginden, sonbaharda,
gökte çakan şimşekten
yanımdan geçen,
gürlemesinden fırtınanın;
şekilden şekle giren
(gökyüzünün her yeri masmaviyken)
bir bulut, şekline bürünen iblisin.


Habis, Sayı: 1
Orijinal adı: Alone
Tür: Şiir
Dil: İngilizce

Enter your email address:

Delivered by FeedBurner