Müzik
neden sözlere ihtiyaç duyar?
Dil, değişik
tonlarda sesin bir araya gelmesiyle oluşmuştur; seslerden oluşmuş işaretlerin
düzenli dizisiyle oluşan müzik, neden sözlerle desteklenmeye gereksinim duyar?
Ya da tersinden bakalım, müzik ses parçalarından oluşmuşsa, bu sesler de dilsel
süreçlerle anlam kazanmışsa, müzik konuşma/yazı kadar, belki daha güçlü olan
kendi öz diline sahiptir; neden müziğe söz eklenerek onun bu güçlü dili
yadsınır? Yoksa müziğe sözler ekleme ihtiyacı insanların düşük algı
düzeylerinin ürünü müdür?
Başka şeyler
de var. Sözcükler anlam ifade edebilmeleri için taşıdıkları seslerle uyum
içinde olmalılar. İlkel bir adam düşünelim, bu adamın yaşadığı zaman diliminde
dilsel beceri henüz gelişme aşamasında farz edelim. Bu ilkel adam, adı henüz
konmamış vahşi bir hayvan ile karşılaştığında bu hayvandan korunmak, daha
doğrusu onu korkutup kaçırmak için kollarını iki yana açarak sözgelimi
“aaaaaooooov!” diye bağırsa, varsayımımız gereği, bu hayvan bu hareketten ve
sesten ürkse ve adamımızı rahat bıraksa; kolaylıkla söylenebilir ki bu adam,
aynı hayvanla her karşılaştığında aynı davranışını tekrarlayacaktır. Enstantaneyi
biraz daha genişletelim ve adamımızı kendi kabilesinden birkaç adamla birlikte
ormana gönderelim ve hepsini bu korkunç yaratıkla karşılaştıralım. Öğrenmiş
adamımız, güruhun önüne geçerek, kâh yöntemi diğerlerine sunmak, kâh yırtıcı
hayvandan korunmak için aynı sesi çıkararak kollarını iki yana açma hareketini
yaptığında, gruptaki herkes ileride tekrar karşılaşacakları bu hayvan
karşısında onun bu yöntemini kullanacaktır. Bu hayvana karşı kullandıkları
korkutma sesi de, muhtemelen hayvanın adı olacaktır; hatta söyleyiş şekli
kullanım yoluyla evrime uğrayacak, “avo/haov/hav/av…” gibi varyasyonlar
türeyecektir.
Dilin doğal
bir süreç sonucunda ortaya çıktığını kendimce anlatmaya çalıştım; bu süreçte
her harf, hatta anlamsız dediğimiz, aslında sesine göre bir duygu taşıdığını da
bildiğimiz ünlemler (örneğin, ah, tüh, vah...), dilin
gelişimiyle, sayısız kombinasyonlardan geçerek anlamlı bir bütünlüğe sahip
olmuştur. Yani, konuşma eylemini derinlemesine analiz edersek elimizde ses
parçaları kalacak; bu ses(çik)lerin aynı zamanda müzik oluşturduğunu kimse
reddetmez. O zaman –hem müziğin hem sözlerin kökeni sesler ise- ses;
bestelerde, şarkılarda iki ayrı kanaldan akar? Birinci kanal, müziğin kendisi;
ikincisi yapıttaki sözler oluyor bu durumda. Fakat müzik, kendi başına fikirlerle
ve duygularla yüklü; kaliteli bir dinleyici “sözsüz” bir bestedeki fikirleri,
duyguları, sanatsı düşlemi pekâlâ algılar. Velhasıl üstte belirttiğim üzere,
dilsel süreçler esnasında, anlamlar seslere rastgele yüklenmemiştir, kaliteli
bir besteci bu dilsel süreçleri derinlemesine analiz etme becerisine sahiptir,
ki müziğinde kullandığı enstrümanlar, dolayısıyla sesler, gelişigüzel
seçilmemiştir (Müzikte kurguyu daha iyi anlamak için bkz. Mit ve Anlam; Lévi-Strauss,
Claude; İthaki Yay. Çev: Gökhan Yavuz Demir; kitabında “Mit ve Müzik”
başlığında, Wagner’in Der Ring Des Nibelungen operası yorumu.)
Örneğin,
Bir kemanın
en ince tonda inleyişleri “i” ya da “ü” harflerinin seslerinin tınısına sahiptir.
Buradan hareketle, inin inim inlemek, üz-, üzül-, işkence,
irin ve benim algımın çok ötesinde nice sesler ve deyişler türetilebilir.
Benzer
şekilde, bir basgitarın boğuk ve karamsar tonu, benim kulağımda “a” ve “k”
harflerinin tonunu çağrıştırıyor. Buradansa akşam, akis, kara, baykuş, karamsar,
kar, kaç- gibi türetimler yapabiliriz.
Bir başka
şekilde, şu el zillerinin çın çın şıl şıl çıl diye heyecanla ötüşleriyle
-ve bu zillerin genellikle hızlı tempolu oyunlarda kullanılmasından-, eğlence
ve sevinç duyguları uyandırdıklarını söyleyebilirim. Bas gitarın karamsar
tonunun aksine, kuşların ince ve çevik tonlarını imite eden bu sesler, insanda
bir mutluluk, bir coşku hissiyatı, bir kıpırtı uyandıran bu tonlardan, ışıl
ışıl, pırıl pırıl, şıklık, şırıltı, çığ[hareketlilik], hoş
gibi kelimeler/sesler türeyebiliyor.
Dilsel
gelişim, alfabetik aynılık
Dikkat
ederseniz, seslerden çıkışla dile yerleşen yansıma sözlerin hemen hepsi tek ya
da çift heceden fazla değil başlangıçta. Duygular da böyledir, yazınsal ve
kelimesel olarak ifade edilemeyen birçok duygu kısa heceler taşıyan, anlamsız
sesçikler olarak zihnimizde kıpırdanırlar. Proust gibi yazarların, duyguyu
anlatabilmek için yüzlerce sayfaya gereksinim duymaları, bir bakıma, bu ironik
durumu –kıpkısa sesçikler halinde aklımızdaki kadifemsi bir köşeyi okşayan,
bazen bir müziğin tam yerinde vuran bir notasının, bazen de yalın bir
duygulanım sürecinin ürünü olan, kısa olmalarına rağmen, kısa cümlelerin
anlatmakta yetersiz kaldığı hali- sesin sahip olduğu hıza ve kıvrak anlatım
yeteneğine sahip olmayan yazın sanatıyla anlatmaya kalkmalarındandır. Bunun bir
başka nedeniyse elbette yazından bağımsız seslerin (yalın seslerin ya da
müziğin) kelime ve kavram çitleriyle sınırlanmamasıdır ki, kısa sürelerde
insana dair birçok duyguya öykünebilirler. Şimdi, farklı kültürlerden
kimselerin dilsel süreçlerini, insanın en temel hislerinden olan acı hissiyle
birlikte inceleyelim. Bu incelemeden beklediğimiz, dilsel gelişimin, coğrafya
ve kültürden neredeyse bağımsız biçimde, hemen her insanda aynı şekilde
gerçekleştiği; dolayısıyla, her insanın, dışsal bir etmen olan önyargılardan
arındığı müddetçe, her çeşit sözü anlayabileceği, her çeşit müziği
dinleyebileceği, her çeşit düşünme biçimini gerçekleştirebileceği üzerinde
düşünmektir. Bu noktada ispattan söz edemeyiz, çünkü burada aldığımız “acı”
hissinin dilden bağımsız olabileceği ya da dilsel gelişim sürecinin en ilkel
basamağına ait olabileceği sorunu baş gösterebilir. Bu sorunu tartışmaya devam
etmek istiyorum ama şimdi, şu acı hissine değişik dillerde hangi seslerle tepki
verildiğine bakalım:
Değişik anadillere
sahip insanların canları yandıklarında, ağızlarından çıkan ünlem sesleri, ( []
okunuşları gösterir,)
Türkçe, Ah!
ya da Ay!
İngilizce, Ouch!
[Auvç]
Fransızca, Aïe! [Aiy]
Almanca, Aua!
[Auw]
İspanyolca, ¡Au! [Auv] ya da ¡Ay! [Ay]
Portekizce, Ai!
[Ay] ya da Au! [Auv]
Japonca, 痛い。(fonetik yazım itai) [İday]
Arapça, Ah!
ya da Ay!
Filipince, Aray!
[?]
Lehçe, Ał
[Au]ya da Ała [Auva]
Görüldüğü
gibi, birçok dilde, acıya tepki olarak verilen sesler A harfi ve ek
sesler yardımıyla yapılmaktadır. Öncesinde değindiğim sorun, bu karşılaştırmayı
yaparken, dilsel, zihinsel, yani insana dair tüm yeteneklerin sıfıra
indirgendiği, acı gibi bir durumu ele aldığımızdan, metodolojik bir
hatanın kucağına düşmüş olabilirim. Ama bu sorunu aşmak üzere pekâlâ başka
sorular da sorulabilir. Neden A ve türevi sesler en temel hislerden biri olan
acıya tepki olarak ortaya çıkar? Bunda, A sesinin insan tarafından en kolay
telaffuz edilen seslerden biri olmasının rolü var mıdır? Öte yandan, birçok
dilin alfabesi A ya da E gibi, ya da bu sesleri taşıyan değişik işaretlerle
başlıyor, bu bir tesadüf müdür, yoksa ilk soruya verilecek cevap bu sorunun
cevabına yakınlaşmamızı mı sağlar?
Aynı soruna
bir başka açıdan bakalım. Bir bebeğin ilk çıkardığı sesleri A, B, D harfleriyle
gösteririz. Baba, dede, anne, ana, dad, daddy, mom, papa… kelimelerinin
seslenimlerinden göreceğimiz gibi, dilsel süreç hemen her insanda, insan
türünün fizyolojik temelini de göz ardı etmezsek (ağız, diş, damak, boğaz,
geniz vs. yapıları) ilksel sesler, en basit seslerdir, bu sesler genellikle
alfabelerin ilk seslerini oluşturur. Buradan hareketle belki alfabede ses ses
ilerlendiğinde, ilksel seslerden sonal seslere doğru gidiş, gradiyant bir müzikal
geçişle gerçekleşebilir. Bu da insanın, doğuştan dil öğrenme yetisine sahip
olduğu gibi, müzikal algıya da sahip olduğunu gösterir; ne yazık ki bu müzikal
algı yaşam tarafından köreltilecektir.
Sesler-sözler
ekseninde çevirmen
Sesler
ekseninde çözümleme yapmak tatmin edici malzeme bulabilmek açısından kolay, ne
de olsa hepimizin bir sesi, bir dili var; öte yandan bütünleşmiş sesler ve
kültürler unsuru olan dilde, tümdengelim metodunu uygulamak, yani dili yapısal
bozuma uğratarak çıkarımlar yapmak hayli zor. Bunun temel nedeni, kaynaktan
epey uzaklaşılmış olunması, dilin kaynağı olan seslerden. Bunda geçirdiğimiz
sayısız öğrenmenin rolü büyük. Bu öğrenmelerin giderilmeleri (unlearn),
yeni öğrenmelerin bilinçli yapılması noktasında, farklı dillerle muhatap olmak
yarar sağlayacaktır, zira bir dilin sahip olduğu seslerin yorumlanması işi,
farklı dillerin benzer durumlardaki seslerinin tespitiyle yakından ilişkilidir.
Burası, diller dili çevirinin devreye girdiği noktadır. Ne de olsa, dünyayı ve
kapsadığı her şeyi (müzik dâhil) algılama sürecimiz gözle görülenin ve
hissedilenin zihnimizde düşünsel adacıklara, kimi zaman da somut fikirlere
çevrilmesidir. Çevirmenin yaptığıysa bu çevrim sürecini bilinçli olarak kontrol
etmek olabilir.
B Planı, Sayı 2 Haziran-Ağustos, 2013
Deneme, Dil üzerine düşünceler
Deneme, Dil üzerine düşünceler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder