Nisan 14, 2013

Okyanus Yüzeni


1633 civarında şiir için çizilmiştir,
Danimarka Kraliyet Kütüphanesi.
Physiologus; Physiologiae’nın, yani doğa-bilim, dönemin ağzıyla ifade etmek gerekirse, doğadan düşünce devşirme ilmi, olarak tarif edilebilen kelimenin, Latince bir formudur. Günümüz bilim dalları taksonomisine fizyoloji olarak geçmiştir geçmesine ama ne benim bahsedeceğim konunun, ne de bu derlemenin maksadının bir bilim icra etmek olmadığı aşikârdır. Hangi derlemenin?

Physiologus, İskenderiye’de, adı bilinmeyen bir yazar tarafından Yunanca olarak yazılmış ya da derlenmiş didaktik metinlerden oluşan bir eserdir. Sonradan Latince’ye aktarıldığına inanılan metinlerin M. S. II. yüzyıl dolaylarında yazıldığı sanılmaktadır, tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışından sonra yazıldığından neredeyse eminiz.

Physiologus, bazı gerçek ve kurgusal hayvanlar ve objeler üzerinden yazılan şiirlerden oluşmaktadır. İskenderiye’de yazılan bu metinlerin, gerek teolojik incelemeler gerekse üslup bakımından Doğu’ya ait olduğunu tahmin edilebilir. Zaten Kelile ve Dimne’yi okuyanlar bilecektir, insandışı bir varlıktan düşünceler devşirme, daha çok Doğu’ya özgü edebî bir gelenektir. Bu metinlerin önemi, sonraki yüzyıllar boyunca, özellikle Orta Çağ’daki doğa-felsefe algısını oluşturmalarındadır. Derlemede geçen ve günümüzde hâlâ bilinen hikâyelerden bazıları, küllerinden doğan Phoenix, kendi kanıyla yavrusunu besleyen Pelikan, ancak bir bakirenin dizlerine kendini teslim eden tek boynuzlu at (Unicorn).

Derlemenin içerisinde bir nesne veya hayvanla özdeşleştirilen, Roma’nın Hristiyan âlemine bıraktığı miras suretiyle klasik Orta Çağ Hristiyan anlayışını şekillendiren bu hikâyeler elli bir tanedir. Benim çevirisini yaptığım balina şiiri, gezginlikten ve onun nihai sonucundan bahseder.

Şiir, tek tanrılı dinlerin özünde, dinin savunduğu inanç sistemi dışında bir başka sistemin var olamayacağı anlayışı yatmasından şekillenir; Tanrı, insan gibi aciz bir varlığın sığınabileceği tek güvenli limandır, onun haricindeki her düşünce, açık denizlerde gezinmek, huzur bulamamak demektir. Balina şiirinde bundan bahsedilmektedir. Şeytan, balina ya da devasa deniz gezgini bir hayvanla ilişkilendirilirken, Tanrı inancını reddedenler ya da tek Tanrı’dan uzaklaşanlar, açık denizde yönünü yitirmiş denizcilere benzetilmektedir. Demirleyecek bir liman arayışında olan bu adamlar, durmadan gezinirler, çünkü inanışa göre insanın bir dayanağı olmalıdır; meselenin özündeyse, insanın gezgin olamayacağı, bir yere tutunma ihtiyacıyla yaratıldığı inancı yatmaktadır. Nitekim, Tevrat’ta (Çıkış 32) Musa, Rab’bin emirlerini dinlemek ve ona danışmak için dağa çıktığında, onun geciktiğini gören İsrailoğulları, Rab’larının artık kendilerini terk ettiğini ve yeni bir Rab’be ihtiyaçları olduğunu düşünerek, Musa’nın kardeşi Harun’dan, kendilerine bir put yapmasını ister. Sanki Harun da, onların bu fikrî çıkarımını onaylamaktadır ki, kavimden, yanlarındaki tüm altını getirmesini ister; tüm altını eritip döker ve onlara buzağı şeklinde bir ilah yapar. Unutulmamalıdır ki, İsrailoğulları ‘gezgin’ bir kavimdir, onların bu gezginlik ve bir yere ait olmama düşünceleri onları yine diğer kavimler gözünde “şeytansı” kılar. Konuya dönecek olursak, Harun’un put yapma eyleminin tefsirinde, insanın tanrısız kalamayacağı fikrinden sanırım Yahudi din âlimleri tarafından birçok kez bahsedilmiştir. Şiirdeki balina (ya da devasa deniz yaratığı) metaforuysa, düşüncelerde gezen kimsenin, bulup bulabileceği tek fikrin bizzat kendisinin, zamanı gelince onu alaşağı edeceği ve derinliklere (cehenneme) sürükleyeceği inancının cisme bürünmüş halinden başkası değildir. Açık denizde bir denizcinin dayanağı bir adadır, şiire göre de şeytan, okyanuslar ortasında kalan insanın en çok ihtiyaç duyduğu zaman öylesine buluverdiği bir ada olarak ufukta belirir.

Öte yandan, pagan kültlerinin yıkımının ardından neredeyse tüm kıtalara yayılmaya başlayan tek tanrılı inanç sistemlerinde, gezgin yıkıcılık bir şekilde baş gösterir; çünkü pek çoklarına göre pagan kültleri, “gezgin, huzursuz ve kâfir” zihinlerin eseridir. Bu gezginlik anlayışının pagan kültüründeki en iyi kişileştirilmiş hali Kuzey Mitolojisinin Odin’idir. Tanrı Odin, bir gözü kör, elinde asası, iki omzunda haberci kargalarıyla diyar diyar gezen, hayatını bilgelik arayışına adamış bir tanrıdır; böylelikle onun üstlendiği rol doğrudan şeytansı anılmıştır. Tevrat’taki hikâyeler de düşünce-gezginlik-huzursuzluk noktasında bizi aynı yola sokar. Nitekim, Adem ile Havva’yı Bilgelik Ağacının meyvesinden tatmaya ikna eden şeytandır. Bir kez bilginin, doğru ve yanlışın ayrımına varan ilk insanlar, dünya üzerinde gezginliğe çarptırılmıştır. Buradan hareketle, bulanık ve durmadan düşünen ve sorgulayan zihinler, tek tanrılı dinler tarafından şeytanın ordularının neferi olarak görülür.

Ek bilgi:
Ve yılan [Şeytan] kadına [Havva] dedi: Çünkü Rab bilir ki, ondan [bilgelik ağacı] yediğiniz gün , o vakit gözleriniz açılacak, ve iyiyi ve kötüyü bilerek Rab gibi olacaksınız. (Tekvin 3.4-5)

Aynı anlayış, İrlandalı şair W. B. Yeats’in The Wanderings of Oisin (Oisin’in Gezintileri) şiirinde de görülmektedir. Oisin, Hristiyanlık öncesi İrlanda’nın bir kahramanıdır; şiirin kurgusu Oisin ile İrlanda’yı Hristiyanlıkla tanıştıran S. Patrick [Aziz Patrick] arasındaki diyalogdur. Oisin, S. Patrick’e karşı pagan kültünü savunmaktadır ve şiirin daha başında, S. Patrick, Oisin’e bakın nasıl seslenir:

Sen ki eğri, dazlak ve körsün
Zalim yürekli ve gezgin akıllısın
Bilindi adın üç yüzyıl, ozanlar şakıdı
Şeytanî işveyle senin hallerini.

Şiirin adının, Oisin’in “Gezinti”leri olması bir tesadüf değildir.

Physiologus’taki şiirde, balina metaforu, huzursuz, gezgin denizcileri, denizin ortasında kara parçasını andıran sırtını yükselterek davetkâr bir şekilde bekleyen şeytandır. Bir düşünceden başka düşünceye yüzen denizciler, içgüdüsel olarak bir konak yeri ararlar kendilerine; ve hayvanın sırtına demir atıp kamp kurarlar. Artık orada kalmaya iyice ikna oldukları sırada, balina tarafından derinliklere sürüklenirler.

Milton’ın Paradise Lost şiirinde, aynı deniz yaratığı, "Leviathan" (Levyatan ya da Livyatan) ile ilişkilendirilir (Paradise Lost 1:201). Levyatan, okyanuslarda yüzen devasa bir yaratıktır. Timsah, kaplumbağa ya da balinaya benzetilmektedir (üstte Şeytan’dan yılan diye bahsedilmişti.) Bu bağlamda Herman Melville’in Moby Dick’inde de esasen şeytan metaforuyla savaşılmaktadır. Yaratığın gerçekte, fiziksel formu tam olarak bilinmez, ama hemen her kültürde bir benzeri bulunmaktadır. Tevrat’ın Eyüb (41:1) kitabında Rab Eyüb’e şöyle seslenir:

Levyatanı olta ile çekebilir misin?
Ve ilmekle onun dilini sıkabilir misin?

Yani, Rab Eyüb’e, ‘Şeytan’ı zapt edebilir misin? Onun ağzına gem vurabilir misin?’ demektedir. Aşağıdaki çeviride de bu hayvanın, ağzını açarak ihtiyatsız kimseleri yuttuğu anlatılır.

Birçok dile çevrilen Physiologus’taki Balina şiirinin, Eski ve çağdaş İngilizce çevirilerinden yararlanarak yaptığım çevirisi şöyledir:

Balina

İmdi, gene mahmuzlarım nüktemi ve
Şiir hünerimi, türküme sözleri katıp
Balık ırklarından birini anlatmağa,
Engerek-tosbağı*. Denize açılan erlerin [*İng. Asp-turtle; Yunanca Aspidochelone]
Gönülsüzce tesadüf ettikleri,
Ürkünç yutucusu insanoğlunun. Namına
Derya-yüzeni dedikleri, Fastitocalon.* [*Latince, okyanusu hızlısı]
Boz, haşin kayalar gibi rengi, yüzdükçe
Sazlık biten kabarık kıyıları andıran,
Ardı sıra kum tepecikleri olan engebeli,
İşte, deniz gezginlerinin ada zannettikleri.
Küstahça, yüksek pruvalı gemlerini urganlarla
O kıyıya demirlerler, o kara parçasına,
Kara parçası olmayan. Yüzerken hâlâ
Okyanus yılkıları, şaha kalkarlar o kıyı boyunda;
Yürekleri bitkin denizciler karaya iner,
Tehlikeden ırak zihinleri, konaklarlar orada.
Keyifle, ateş yakarlar kumlarda,
Kıvılcımları yükselen. O meskende, ışığın kalbinde*,
                                                       [*Işık-getiren, İbranice Lucifer, şeytanın bir başka sıfatıdır.]
Otururlar, -yılgıdan ırak- tatlı istirahat arzusuyla.
Derken, düzenbaz iblis adamları fark etti mi
Üzerine yerleşen, orayı mesken belleyenleri,
O nazik havayı soluyanları, ansızın
Tuzlu sular altına dalıverir dibe,
Dosdoğru derinlere sürükler avını;
O ki, okyanusun konuğu, sulak inlerde
Gemileri ve adamları yutar, tez hapseder
Ölüm yurtlarına onları. Böylesi,
İblislerin usulüdür, şeytanın hilesi: kudretini gizleyip
Sinsice baştan çıkarmak ihtiyatsız adamları,
Tekmil hikmetli amellerden alıkoymak,
Ve yardım, huzur dilendirmek
Ummadık hasımlardan; ta ki hainin birinde
Karar kılıp da mesken tutturana dek.
Ardından, içi hinlik ve fesatlıkla dolu,
Cehennem ıstırabına zincir atmış iblis,
Sezer ki muhitine konmuş adamlar sebatla,
O pek fena kalleşliğiyle, başlar kıskacına almaya ve
Mahvetmeye, kâh mağrur kâh mütevazıları,
Üzerinde konaklayanları, günaha giren
Dünyada onun emellerini icra edenleri.
Sufî miğferini kuşanmış karanlığın,
Avıyla bir cehenneme gider süratle,
İyilik yoksunu puslu kasavete doğru,
Kasvetli gölün -kapkara, dipsiz- filizlendiği,
Mahlukun kendisi gibisi, Fastitocalon’un;
Mahveder gemicileri, emin adamları
Ve kudretli gemilerini. Bir başka vasfı vardır,
O mağrur deniz-gezenin, pek daha ihtişamlı:
Dipte açlık tuttukta bu mahlukatı,
Canı yiyecek çekti mi, ağzını açar
Okyanus gardiyanı, gerer muazzam dudaklarını
İnsi gırtlağından cezbedici bir koku salar.
Tatlı esansı aldatır başka balıkları,
Tez çeker sürüleri kokusuyla
O habis mekâna. Dolar gafil kafile
İçeri, ta ki gergin ağız taşkınla
Tıka basa dolana dek, derhal kapanır sonra
Korkunç çeneler, hapseder avını.
İşte, şu fani zamanda, kulak asmadan
Yaşayan her ölümlü, teslim eder
Tatlı esansa, ayartıcı umuda kendisini
Baştan çıkarmasına; işte, Tanrı’nın gözünde,
İhtişamın Şahıdır o, günahları tiksinç kılar onu.
Ölümden sonra açar cehennem kapılarını
Cümle lanetli iblis, açar onun için
Her kim ki budalalık eder de burada,
Müsaade ederse bedensel hazzın
Ruhanî hidayeti alt etmesine.
Oyunbaz iblis, gönderdi mi sapkınları
Şeytani zanaatin hüneri, günahlarla
Cerahatlenen kızgın göle, kendisine
Sadık olanları, dünyevî yaşamlarında
Onun talimatlarını canı gönülden işitenleri,
Ölümün ardından kapar ıstırap saçan çenelerini,
Cehennem kapılarını. İçeri girenler bilir
Ne avuntuya ne de firara yer yoktur hükümden,
Ve kısılır orada, yüzen balıkların
Canavarın pençesinden kurtulamadığı gibi.
Öyledir ki, en iyisi cümlemiz için
Tanrı’ya hizmet ve övgü; efendilerin Efendisi,
Ve her daim tüm sözlerimizde ve eylemlerimizde
İblislerle mücadele etmek, ki görebilelim
Görkemin Şahını. Böylesi, fani şeyler zamanında
Huzur ve kurtuluş için çabalayalım,
Bu suretle Efendi’yi memnun edebilir de
Onun tükenmez şanına övgüler sunabiliriz.

B Planı, Sayı 2, Mart-Nisan 2013
Deneme, Çeviri Şiir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Enter your email address:

Delivered by FeedBurner