Aralık 01, 2011

Altıncı Bölge

Jonathan Safran Foer
Çev: K. Özkan Dağ

Bir zamanlar New York'ta Altıncı Bölge diye bir yer varmış. Tarih kitaplarında rastlayamazsınız adına ya da her hangi belgeye hakkında. Yani böyle bir yerin var olduğunu ispatlayamazsınız. Hatta var olmadığını ispatlamak çok daha kolaydır. Özellikle bu çağda, sağı solu belli olmayan bir dünyada, insanlar varığını yoğunu şimdiki zamana heba ederken... Tabii bir de Altıncı Bölge diye bir yer olduğuna inanmaya vakti dahi olmayan ya da oranın var olduğuna inanmak için bir sebep olmadığını söyleyen ve nihayet inanmadığını söyleyen birçok insanla karşılaşabilirsiniz. Dikkat ederseniz hepsi "inanmak" kelimesini telaffuz eder.

Altıncı Bölge... O bir adaydı. Manhattan'dan incecik bir su kanalı ayırırdı onu. Bu kanalın en dar yeri dünya uzun atlama şampiyonunun kat ettiği mesafeye denkti. Yani adamın biri suya değmeden Manhattan'dan Altıncı Bölge'ye rahatlıkla ulaşabilirdi. Büyük bir şölen hazırlığı yapılmıştı bu atlayış için. Adadan adaya bageller, spagettiler dizildi, kaplara samosa börekleri kondu, Yunan salataları konfeti gibi etrafa saçıldı. New Yorklu çocuklar yakaladığı ateşböceklerini cam kavanozlarda bir oraya bir buraya yüzdürdüler. Böcekler havasızlıktan titreşe titreşe son ışıklarını yaktılar yaşamlarının son anlarında. Sabırsız çocuklar! Erken davranmasalar sular ışıklarla parlayacaktı.

Uzun atlama vakti geldiğinde sporcu Manhattan boyunca koştu koştu. New Yorklular da peşinde sokak sokak, bazıları da evlerinin pencerelerinden, ofislerinden hatta ağaçların tepesinden izlediler. Nihayet zıpladığında New Yorklular, Manhattan ve Altıncı Bölgenin kıyılarına çökmüş halde tezahürata başladı. Adam birkaç dakika boyunca havada kalınca New York sakinleri bu uçma yeteneğinin büyüsüyle kendilerinden geçti.

Belki de buna havada asılı kalma desek daha doğru olur. Çünkü bu zıplayışı bu denli ilginç kılan adamın bir bölgeden diğerine nasıl atladığı değil, havada nasıl bu kadar uzun süre kalabildiğiydi.

Bir yıl geçti, bir yıl daha ve birkaç yıl... Atlayıcının baş parmağı hafifçe suya sürttü ve suda bir kıpırtı oldu. Nefesler tutuldu. Sudaki dalgalanma Altıncı Bölgeden Manhattan'a doğru yayıldı, ateşböcekleri dolu kavanozlardan biri bu sallantıyla diğerine tosladı. Çan sesini andıran bir ses yankılandı o sessizlikte.

"Belki de kötü bir başlangıç yaptı." dedi Manhattanlı bir vekil suyun öteki yakasından.

Atlayıcı hayır şeklinde başını salladı, biraz da utanmıştı kendinden.

"Rüzgar karşıdan geliyor, yüzüne vuruyor ondan." diye karşılık verdi Altıncı Bölgenin vekili. Ayağını kurulasın diye ona havlu uzatılmasını istedi.

Ama o yine başını salladı.

"Belki öğlen yemeği biraz fazla kaçırmış." dedi seyircilerden biri diğerine.

"Belki de yaşlanmıştır bu işler için." dedi çocuklarıyla atlayışı izlemeye gelen bir diğeri.

"Bahse girerim içinden gelerek yapmadığından oldu," dedi birisi, "gerçekten içinde hissetmezsen bu kadar uzun mesafeyi atlayamazsın!"

Atlayıcı tüm spekülasyonlara "Hayır!" diye karşılık verdi, "Hiçbiri doğru değil, atlayışım mükemmel."

Seyircilerin hepsinin aklında aynı fikir yayılmaya başladı, tıpkı baş parmağın suda yarattığı dalgalanma misali... Bir New Yorklu bu düşünceyi dillendirdiğinde herkes onayladı: "Altıncı Bölge hareket ediyor!"

Altıncı Bölge New York'tan uzaklaşıyor, her yıl birkaç santim... Bir yıl sonra uzun atlayıcının ayağı tamamen suya gömüldü, birkaç yıl sonra da bacakları... Yıllar geçti geçti. Kimse böyle merakla neyi kutladıklarını bile hatırlamaz oldu. Atlayıcı kollarını uzatıp Altıncı Bölgenin kıyısına yapışacaktı ki, maalesef başaramadı, dokunamadı bile. Manhattan ve Altıncı Bölge arasındaki sekiz köprü gerildi gerildi ve sonunda birer birer çatırdayıp sulara gömüldü. Tüneller de bağı korumak için çok zayıftı.

Telefon ve elektrik kabloları koptu, Altıncı Bölge Orta Çağ teknolojisine mahkum oldu. Çocukların büyüteçlerini kullandılar. Önemli evraklardan uçak yapıp binadan binaya atarak ilettiler birbirlerine. Ateşböcekleri dolu kavanozlar, o şenlik günü için suya salınmış kavanozlar, şimdi evlerde ışık olarak kullanılıyor.

Pizza Kulesini inceleyen mühendisler bile çağrıldı bu durumu çözmek için.

Onlar da kayıtsızca "Görünüşe göre toprak gitmek istiyor!" dediler.

New Yorklular, "Peki bu işin bir yolu yordamı yok mu?" diye sorunca,

"Maalesef, yapacak hiçbir şey yok." dediler.

Tabii bir iki çaba gösterdiler kurtarmak için. Ama "kurtarmak" doğru kelime değildi, çünkü o gitmek istiyordu, kurtarılmak değil. Belki "alıkoymak" deyimi daha yerinde olurdu. Adadan adaya zincirler gerildi, ama bunlar da para etmedi, bir süre sonra gerile gerile hepsi koptu. Altıncı Bölgenin etrafı boyunca beton bloklar döküldü, kemerler, mıknatıslar, hatta dualar... Sonuç yine hüsran, hüsran.

Gençler adadan adaya teneke kutulardan telefonlar yaptılar. Ama bunun için de bir uçurtmayı göklerde kaybedecek kadar uzun ipler gerekti.

"Gittikçe zorlaşıyor seni duymak," dedi Manhattan'da yatak odasındaki kız. Gözlerini kısmış, babasının dürbünüyle arkadaşının penceresini arıyordu.

"Bağırmak zorunda kalacağım sanırım." dedi Altıncı Bölgede yatak odasındaki çocuk. Doğum günü hediyesi olan teleskopla bakındı.

Aradaki ip iyice gerildi, zaten destekle duruyordu: Yoyonun ipi, konuşan oyuncak bebek, babasının günlüğünün kalın ara ipi, büyükannenin parlak inci kolyesi, amcasının çocukluk battaniyesi ve bir yığın çaput parçası... Birbirlerine alıp-verdikleri her şeyi kullandılar desteklemek için hattı: yoyo, oyuncak bebek, günlük, kolye, kilim. Daha daha çok şey denediler. İp de olduğundan beter oldu git gide.

Beni sevdiğini söyle dedi erkek kız arkadaşına. Başka söze ihtiyacı yoktu.

Kız ondan bir istekte bulunmadı, "Bu çok saçma! Biz bunun için çok küçüğüz." de demedi. "Seni seviyorum." dermiş gibi izlenim uyandırmıştı karşıdan. Kelimeler yoyo, oyuncak bebek, günlük, kolye, battaniye, çamaşır ipi, doğum günü hediyesi, arp, poşet çay, masa lambası, tenis raketi ve bir gün onun bedeninden sıyırdığı eteğin oluşturduğu hattan yol aldı. Oğlan teneke kutudan avizesinin kapağını kapadı, ipten söküp o sevgi sözcüklerini dolaba sakladı. Ve tabii kapağını hiç açmadı kutunun, açarsa içindekileri yitirecekti. Sadece orada olduklarını bilmek yeterliydi.

O çocuğun ailesi gibi bazı aileler, Altıncı Bölgeyi terk etmedi. Bazıları, "Niye gidelim ki?" dedi. "Tüm dünya hareket ediyor ne de olsa. Bölgemiz bunun üstesinden gelmeyi bilir. Bırakın Manhattan orada kalsın." Böyle düşünen birinin haksız olduğunu kanıtlayabilir misiniz? Hem niye böyle bir işe girişilsin ki?

Birçok Altıncı Bölgeli bu gerçeği, yani bölgenin ayrılışını, ne sorguladı, ne de gidişata direndi, hatta bunu ne prensip ne de cesaret gösterisi durumuna dönüştürdü. Sadece bölgeyi tahliye etmeye yanaşmamışlardır. Hayatlarından memnundular ve onu değiştirmek istemediler. İşte öylece santim santim yüzüp gittiler.

Bu olanların hepsi bizi Central Park'a taşıyor.

O zamanlar Central Park şu an olduğu yerde değildi. Altıncı Bölgenin merkezindeydi; bölgenin neşesi, kalbiydi. Altıncı Bölgenin uzaklaştığı ve kurtarılamayacağı veya alıkoyulamayacağı kesinleştiği an New Yorkluların oylamasıyla parkın kurtarılmasına karar verildi. (Oy birliği sağlanmıştı. En inatçı Altıncı Bölgeli bile yapılması gerekenleri onaylamıştı.) Muazzam kancalar bağlandı parka ve New Yorklular asıldı halatları. Sanki Altıncı Bölgeden Manhattan'a kilimler uzanıyormuş gibiydi manzara yukarıdan bakınca.

Çocukların hareket eden parkta uzanmalarına izin verilmişti. Buna neden izin verilmişti ya da neden sadece çocuklara izin verilmişti kimse bilmiyordu. New York'un gördüğü en büyük havai fişek şöleni yapıldı, sokaklar aydınlandı ve tüm kalbiyle çaldı Filarmoni orkestrası o gece.

Sırt üstü uzanmış çocuklar parkın her yerini doldurmuştu. Sanki o anda o yer onlar için vardı. Havai fişekler parçaları saçıldı etrafa... Yere indikçe söndüler ve çocuklar uzadıkça uzadılar, her saniye bir santim, Manhattan'a ve yetişkinliğe doğru... Park nihai dinlenme yerine kavuştuğunda çocukların her biri uykuya dalmıştı ve o esnada park düşlerini süsleyen mozaikti. Bazıları bağırdı, bazıları sersemce gülümsedi, bazıları da öylece durdu.

Sahiden de Altıncı Bölge var mıydı?

Kesin bir kanıt yok.

İkna olmayı reddeden birisi için kanıt yoktur.

Ama inanmak isteyen birisi için ipuçları ganidir: Central Parkın kayıtlarındaki olağandışı fosiller, su depolarındaki uyumsuz PH değerleri, hayvanat bahçesinin bazı yerlerindeki izler (bu şunu açıklıyor: dev kancalarla açılmış delikler, parkı bir bölgeden diğerine bağlamak için kullanılmış).

Bir ağaç var, atlı karıncadan yirmi dört adım doğuda, gövdesine iki isim kazınmış. Bu isimlere ne telefon rehberinde ne de nüfus sayım sonuçlarında rastlanıyor. Hastanelerde, vergi dairesinde ve seçim kayıtlarında adları bulunmuyor. Ağaçtaki diğer isimleri bulmak mümkünken onların var olduklarını gösteren hiçbir belge yok.

İşte gerçek: Central Parkta ağaçlara kazınan isimlerin yüzde beşinden fazlasının kökeni bilinmiyor.

Çünkü Altıncı Bölgenin bütün belgeleri, evrakları onunla bir yüzüp gitti. O isimlerin o bölgede yaşayanlara ait olduklarını ve Central Park Manhattan'da değil, Altıncı Bölgedeyken o ağaçlara kazındıklarını asla kanıtlayamayacağız. Bazıları, birilerinin sağa sola isim kazıyıp şüpheleri bir adım daha öne çekmeye çalıştığını düşünebilir. Diğerleriyse çok daha başka şeylere inanabilir.

Ama bir insan, hatta küstah, ruhsuz biri bile olsa, Central Parkta birkaç dakika oturup da içinde artan bir endişenin olmadığını söyleyemez. Belki bu bizim anılarımızın canlanması veya umutlarımızın var olmasından kaynaklanır. Belki de parkın iplerle taşındığı o geceden kalmadır, New Yorklu çocukların bilinçaltlarına kazınan o esrarengiz geceden... Belki de o kaybedilene özlem duyarız.

Altıncı Bölgenin ortasında eskiden Central Parkın bulunduğu devasa bir delik var. Ada gezegenin üzerinde hareket ettikçe, sanki açık bir pencere gibi içeriyi gösterir.

Altıncı Bölge şimdi Antartika’da. Kaldırımları buzla kaplanmış... Mozaik camlı kütüphanesi karın ağırlığına direnmeye çalışıyor. Bahçelerde donmuş çeşmeler; donmuş çocuklar, donmuş iplerle bağlı, donmuş salıncakta havada asılı duruyor. Tsitsit giymiş donmuş çocuklar ve annelerinin başlarında donmuş peruklar. Ahırlarda koşarken donmuş atlar, bit pazarında pazarlık esnasında donmuş kalmış satıcılar, yaşamlarının ortasında donmuş orta yaşlı kadınlar... Suç ve masumiyet arasında donakalmış tokmağı yargıcın... Yerde, yeni doğan bebeklerin ilk nefeslerinin kristelleşmiş taneleri, son nefesleri olmuş... Ve donmuş bir dolaptaki donmuş bir rafta donmuş bir teneke kutu... İçinde bir ses, hapsedilmiş.

_____________
Bagel: Kökeni yahudilere dayanan, önce suda kaynatılan ve sonra fırınlanan Amerika'da popüler bir tür simit
Samosa: Güney Asya ülkeleri Hindistan, Pakistan ve Nepal'de çokça tüketilen börek çeşidi
Tsitsit: Dört köşeli, kenarları püskülle işlenmiş, Yahudi erkeklerin giydiği bir çeşit kıyafet

Jonathan Safran Foer 1977 doğumlu yazarın en iyi bilinen kitapları Everything Is Illuminated (Her Şey Aydınlandı, Siren Yayınları) ve Extremly Loud and Incredibly Close (Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, Siren Yayınları)'dır. Amerikan çağdaş romancı ve öykücülerindendir. Öykülerinde genellikle görsel imgeler kullanan yazarda büyülü gerçekçilik akımına rastlanır.

Orijinal Adı: Sixth Borough
Tür: Öykü
Dil: İngilizce

Enter your email address:

Delivered by FeedBurner