Ağustos 02, 2013

Sesler, Sözler ve Çeviri

Müzik neden sözlere ihtiyaç duyar?
Dil, değişik tonlarda sesin bir araya gelmesiyle oluşmuştur; seslerden oluşmuş işaretlerin düzenli dizisiyle oluşan müzik, neden sözlerle desteklenmeye gereksinim duyar? Ya da tersinden bakalım, müzik ses parçalarından oluşmuşsa, bu sesler de dilsel süreçlerle anlam kazanmışsa, müzik konuşma/yazı kadar, belki daha güçlü olan kendi öz diline sahiptir; neden müziğe söz eklenerek onun bu güçlü dili yadsınır? Yoksa müziğe sözler ekleme ihtiyacı insanların düşük algı düzeylerinin ürünü müdür?

Başka şeyler de var. Sözcükler anlam ifade edebilmeleri için taşıdıkları seslerle uyum içinde olmalılar. İlkel bir adam düşünelim, bu adamın yaşadığı zaman diliminde dilsel beceri henüz gelişme aşamasında farz edelim. Bu ilkel adam, adı henüz konmamış vahşi bir hayvan ile karşılaştığında bu hayvandan korunmak, daha doğrusu onu korkutup kaçırmak için kollarını iki yana açarak sözgelimi “aaaaaooooov!” diye bağırsa, varsayımımız gereği, bu hayvan bu hareketten ve sesten ürkse ve adamımızı rahat bıraksa; kolaylıkla söylenebilir ki bu adam, aynı hayvanla her karşılaştığında aynı davranışını tekrarlayacaktır. Enstantaneyi biraz daha genişletelim ve adamımızı kendi kabilesinden birkaç adamla birlikte ormana gönderelim ve hepsini bu korkunç yaratıkla karşılaştıralım. Öğrenmiş adamımız, güruhun önüne geçerek, kâh yöntemi diğerlerine sunmak, kâh yırtıcı hayvandan korunmak için aynı sesi çıkararak kollarını iki yana açma hareketini yaptığında, gruptaki herkes ileride tekrar karşılaşacakları bu hayvan karşısında onun bu yöntemini kullanacaktır. Bu hayvana karşı kullandıkları korkutma sesi de, muhtemelen hayvanın adı olacaktır; hatta söyleyiş şekli kullanım yoluyla evrime uğrayacak, “avo/haov/hav/av…” gibi varyasyonlar türeyecektir.

Dilin doğal bir süreç sonucunda ortaya çıktığını kendimce anlatmaya çalıştım; bu süreçte her harf, hatta anlamsız dediğimiz, aslında sesine göre bir duygu taşıdığını da bildiğimiz ünlemler (örneğin, ah, tüh, vah...), dilin gelişimiyle, sayısız kombinasyonlardan geçerek anlamlı bir bütünlüğe sahip olmuştur. Yani, konuşma eylemini derinlemesine analiz edersek elimizde ses parçaları kalacak; bu ses(çik)lerin aynı zamanda müzik oluşturduğunu kimse reddetmez. O zaman –hem müziğin hem sözlerin kökeni sesler ise- ses; bestelerde, şarkılarda iki ayrı kanaldan akar? Birinci kanal, müziğin kendisi; ikincisi yapıttaki sözler oluyor bu durumda. Fakat müzik, kendi başına fikirlerle ve duygularla yüklü; kaliteli bir dinleyici “sözsüz” bir bestedeki fikirleri, duyguları, sanatsı düşlemi pekâlâ algılar. Velhasıl üstte belirttiğim üzere, dilsel süreçler esnasında, anlamlar seslere rastgele yüklenmemiştir, kaliteli bir besteci bu dilsel süreçleri derinlemesine analiz etme becerisine sahiptir, ki müziğinde kullandığı enstrümanlar, dolayısıyla sesler, gelişigüzel seçilmemiştir (Müzikte kurguyu daha iyi anlamak için bkz. Mit ve Anlam; Lévi-Strauss, Claude; İthaki Yay. Çev: Gökhan Yavuz Demir; kitabında “Mit ve Müzik” başlığında, Wagner’in Der Ring Des Nibelungen operası yorumu.)

Örneğin,
Bir kemanın en ince tonda inleyişleri “i” ya da “ü” harflerinin seslerinin tınısına sahiptir. Buradan hareketle, inin inim inlemek, üz-, üzül-, işkence, irin ve benim algımın çok ötesinde nice sesler ve deyişler türetilebilir.

Benzer şekilde, bir basgitarın boğuk ve karamsar tonu, benim kulağımda “a” ve “k” harflerinin tonunu çağrıştırıyor. Buradansa akşam, akis, kara, baykuş, karamsar, kar, kaç- gibi türetimler yapabiliriz.


Bir başka şekilde, şu el zillerinin çın çın şıl şıl çıl diye heyecanla ötüşleriyle -ve bu zillerin genellikle hızlı tempolu oyunlarda kullanılmasından-, eğlence ve sevinç duyguları uyandırdıklarını söyleyebilirim. Bas gitarın karamsar tonunun aksine, kuşların ince ve çevik tonlarını imite eden bu sesler, insanda bir mutluluk, bir coşku hissiyatı, bir kıpırtı uyandıran bu tonlardan, ışıl ışıl, pırıl pırıl, şıklık, şırıltı, çığ[hareketlilik], hoş gibi kelimeler/sesler türeyebiliyor.
Büyütmek için şemanın üzerine tıklayınız.


Dilsel gelişim, alfabetik aynılık
Dikkat ederseniz, seslerden çıkışla dile yerleşen yansıma sözlerin hemen hepsi tek ya da çift heceden fazla değil başlangıçta. Duygular da böyledir, yazınsal ve kelimesel olarak ifade edilemeyen birçok duygu kısa heceler taşıyan, anlamsız sesçikler olarak zihnimizde kıpırdanırlar. Proust gibi yazarların, duyguyu anlatabilmek için yüzlerce sayfaya gereksinim duymaları, bir bakıma, bu ironik durumu –kıpkısa sesçikler halinde aklımızdaki kadifemsi bir köşeyi okşayan, bazen bir müziğin tam yerinde vuran bir notasının, bazen de yalın bir duygulanım sürecinin ürünü olan, kısa olmalarına rağmen, kısa cümlelerin anlatmakta yetersiz kaldığı hali- sesin sahip olduğu hıza ve kıvrak anlatım yeteneğine sahip olmayan yazın sanatıyla anlatmaya kalkmalarındandır. Bunun bir başka nedeniyse elbette yazından bağımsız seslerin (yalın seslerin ya da müziğin) kelime ve kavram çitleriyle sınırlanmamasıdır ki, kısa sürelerde insana dair birçok duyguya öykünebilirler. Şimdi, farklı kültürlerden kimselerin dilsel süreçlerini, insanın en temel hislerinden olan acı hissiyle birlikte inceleyelim. Bu incelemeden beklediğimiz, dilsel gelişimin, coğrafya ve kültürden neredeyse bağımsız biçimde, hemen her insanda aynı şekilde gerçekleştiği; dolayısıyla, her insanın, dışsal bir etmen olan önyargılardan arındığı müddetçe, her çeşit sözü anlayabileceği, her çeşit müziği dinleyebileceği, her çeşit düşünme biçimini gerçekleştirebileceği üzerinde düşünmektir. Bu noktada ispattan söz edemeyiz, çünkü burada aldığımız “acı” hissinin dilden bağımsız olabileceği ya da dilsel gelişim sürecinin en ilkel basamağına ait olabileceği sorunu baş gösterebilir. Bu sorunu tartışmaya devam etmek istiyorum ama şimdi, şu acı hissine değişik dillerde hangi seslerle tepki verildiğine bakalım:

Değişik anadillere sahip insanların canları yandıklarında, ağızlarından çıkan ünlem sesleri, ( [] okunuşları gösterir,)

Türkçe, Ah! ya da Ay!
İngilizce, Ouch! [Auvç]
Fransızca, Aïe! [Aiy]         
Almanca, Aua! [Auw]
İspanyolca, ¡Au! [Auv] ya da ¡Ay! [Ay]
Portekizce, Ai! [Ay] ya da Au! [Auv]
Japonca, 痛い。(fonetik yazım itai) [İday]
Arapça, Ah! ya da Ay!
Filipince, Aray! [?]
Lehçe, [Au]ya da Ała [Auva]

Görüldüğü gibi, birçok dilde, acıya tepki olarak verilen sesler A harfi ve ek sesler yardımıyla yapılmaktadır. Öncesinde değindiğim sorun, bu karşılaştırmayı yaparken, dilsel, zihinsel, yani insana dair tüm yeteneklerin sıfıra indirgendiği, acı gibi bir durumu ele aldığımızdan, metodolojik bir hatanın kucağına düşmüş olabilirim. Ama bu sorunu aşmak üzere pekâlâ başka sorular da sorulabilir. Neden A ve türevi sesler en temel hislerden biri olan acıya tepki olarak ortaya çıkar? Bunda, A sesinin insan tarafından en kolay telaffuz edilen seslerden biri olmasının rolü var mıdır? Öte yandan, birçok dilin alfabesi A ya da E gibi, ya da bu sesleri taşıyan değişik işaretlerle başlıyor, bu bir tesadüf müdür, yoksa ilk soruya verilecek cevap bu sorunun cevabına yakınlaşmamızı mı sağlar?

Aynı soruna bir başka açıdan bakalım. Bir bebeğin ilk çıkardığı sesleri A, B, D harfleriyle gösteririz. Baba, dede, anne, ana, dad, daddy, mom, papa… kelimelerinin seslenimlerinden göreceğimiz gibi, dilsel süreç hemen her insanda, insan türünün fizyolojik temelini de göz ardı etmezsek (ağız, diş, damak, boğaz, geniz vs. yapıları) ilksel sesler, en basit seslerdir, bu sesler genellikle alfabelerin ilk seslerini oluşturur. Buradan hareketle belki alfabede ses ses ilerlendiğinde, ilksel seslerden sonal seslere doğru gidiş, gradiyant bir müzikal geçişle gerçekleşebilir. Bu da insanın, doğuştan dil öğrenme yetisine sahip olduğu gibi, müzikal algıya da sahip olduğunu gösterir; ne yazık ki bu müzikal algı yaşam tarafından köreltilecektir.

Sesler-sözler ekseninde çevirmen
Sesler ekseninde çözümleme yapmak tatmin edici malzeme bulabilmek açısından kolay, ne de olsa hepimizin bir sesi, bir dili var; öte yandan bütünleşmiş sesler ve kültürler unsuru olan dilde, tümdengelim metodunu uygulamak, yani dili yapısal bozuma uğratarak çıkarımlar yapmak hayli zor. Bunun temel nedeni, kaynaktan epey uzaklaşılmış olunması, dilin kaynağı olan seslerden. Bunda geçirdiğimiz sayısız öğrenmenin rolü büyük. Bu öğrenmelerin giderilmeleri (unlearn), yeni öğrenmelerin bilinçli yapılması noktasında, farklı dillerle muhatap olmak yarar sağlayacaktır, zira bir dilin sahip olduğu seslerin yorumlanması işi, farklı dillerin benzer durumlardaki seslerinin tespitiyle yakından ilişkilidir. Burası, diller dili çevirinin devreye girdiği noktadır. Ne de olsa, dünyayı ve kapsadığı her şeyi (müzik dâhil) algılama sürecimiz gözle görülenin ve hissedilenin zihnimizde düşünsel adacıklara, kimi zaman da somut fikirlere çevrilmesidir. Çevirmenin yaptığıysa bu çevrim sürecini bilinçli olarak kontrol etmek olabilir.

B Planı, Sayı 2 Haziran-Ağustos, 2013
Deneme, Dil üzerine düşünceler

Enter your email address:

Delivered by FeedBurner