Şubat 05, 2012

Siyah Şiir, Siyah Duygu


Nikki, 1980
60’larda Amerika’da bir zenci, üstelik ‘dişi’ ise ne yapar?

Karın tokluğuna ev temizler, aşağılanır, beyazların tecavüzüne uğrar, sineye çeker, iyi bir yaşama sahip olma umuduyla yaşadıklarına katlanır. İçinde bulunduğu halin vahametinin farkında olamayanlar dahi olabilir; diğerleriyse dinine tutunur, kimisi ailesine… Tutunmadan ayakta kalmak zordur.

Böyle bir dünyanın aktivist duyguları müthiş besleyeceğini hayal edebilirsiniz. Fakat özgürlük herkes tarafından istendiği halde kimse onu dillendirmez; söylemlerde bulunanınsa peşinden giden olmaz. Çünkü özgürlük sorumluluktur; kendi hayatının kararlarını vermek, neyin iyi neyin kötü olduğu ayrımını yapmak üzere kafa yormak demektir. Bir evin temizlikçiliğini yaparak ömrünü sürdürmek insana daha rahat gelebilir. Neyin iyi (!) olduğunu onun adına tayin eden insanlar olur etrafta ve onun tek yapması gereken itaattir. İtaat ise kronik korkunun ürünüdür diyebiliriz. Çünkü onlar, zamanında Afrika’dan, kökünden sökülerek getirilip yeni toprağa dikilen iri yarı, güçlü kuvvetli adamların kadınların torunlarıdır. En masum haliyle, korkunun kaynağının, yeninin bilinmezliği olabileceğini ortaya atabiliriz. Çünkü o adamların, kadınların torunlarına bıraktıkları tek miras da bu korku olmuştur; bu yüzden itaat onlara hiç zor gelmeyeceği gibi, verebilecekleri başka bir tepki de hayal güçlerinde anlam bulmuyor olabilir. Bu, dünyanın da işine geliyordur; zira henüz birlikteliğe, bir arada yaşamaya hazır değildir kıta; çeşitlilikten anlaşılansa sınıflandırmadır, istiflemedir.

Peki siyahî bir kadın kendini her gün Amerikan kabusu görmekten nasıl kurtarabilirdi, kurtarabilir miydi?

Nikki Giovanni’nin, 1943’te gözlerini dünyaya açtığı yer, bugün milyonlarca insanın gitmek için can attığı yer değildi; çatışma üzerine çatışma yaşanan, müşterek suçların renk ayrımına dahi tolerans tanımadığı, bir gruba dahil olunmadan hayatta kalmanın çok güç olduğu bir yerdi. Ama o şanslıydı, üniversite okuyabilmişti ve eğitimini dereceyle tamamlamıştı, eline geçen imkânları değerlendirmekten de hiç çekinmedi. Şiirlerinden oluşan ilk kitabı basılmıştı ve adı, “Siyah Duygu, Siyah Söz”dü. Yirmi beş yaşındaki Nikki, bu kitabında tüm yaşamının rotasını çizmişti: O, şairdi; ve insanlara göstermek istediği duyguların siyah da olabileceği, siyah dişininse aslında kadın olduğuydu.

Dünyanın umut vaat eden bir yere dönüştüğünü kabul etmezdim; şiir olmasaydı, bunu kabul etmezdim. Çünkü ota böceğe yazılmış şiirler dahi bir yerlerde bir şeyi değiştiriyor, bunu biliyoruz. Şiirin bir araya getiren, bazen caydıran, bazen tetiği çektiren etkisi olduğunu dikta liderler de biliyorlar ve hep bilecekler bunu. Çoğu zaman seçim propaganda şarkılarını şairler yazmıştır, hatta milli marşları… İşlevselliği ön plana çıkan yapıtta sanatın incitildiğine inansam da, gerçek sanatçının duyarsız kalamama erdemi taşıdığını biliyorum. Hem bülbülü, hem de baykuşu dinleyen sanatçı nasıl olur da hangisinin sesinin -daha(!)- güzel olduğunu dillendirmeden durabilir?

İşte Nikki de, siyahîlerin özgürlük mücadelesine şiirleriyle katıldı. Aile, toplum, anne ve eşit haklardan bahsetti; nefret söylemlerinden kaynaklanan şiddettin hep karşısındaydı. Kanser oldu, ama hastalığı onu hayattan zevk alıp son günlerini sefa sürerek geçirmeye itmemişti. Bunun yerine, “Eğer hayatın tadını çıkarmak için günlerinizin sayılı olması gerekiyorsa, birilerinin zamanını tüketiyorsunuz demektir.” dedi. Giovanni, daha sonra kanseriyle ateşkes imzaladığını, otuz yıllık bir anlaşma yaptıklarını söyledi; dediği gibi de oldu, kanseri alt etti. Hâlen Virginia Tech’in seçkin profesörlerindendir, şiir dersleri vermektir.

Prof. Nikki Giovanni
Bir şiir okuyucusu güçlü bir şiirle tanıştığında, ilk okumanın ardından, -farkında olsun ya da olmasın- o şiirin hammaddelerinin neler olabileceğini düşünür. Hammaddeleri ve -kısmen- işlenmemiş girdileri apaçık seçilen bir şiirinin nasıl oluştuğunu pek düşünmeyiz. Zaten şair de okuyucusunu önemser, onun bu ‘sığ’ suda boğulmasını istemez; belki onu, saçından tutup başını o suya şöyle bir batırıp çıkarmak istiyordur sadece.

Peki pişmiş bir aşın malzemelerinin seçilebiliyor oluşu açlıktan ölen bir insan için önemli midir? Bu soru aç adama sorulsa bize yemeğin lezzetinin değil, doyuruculuğunun öneminden bahseder. Ama bizler -toklar- işlevi hayati öneme sahip olsa da, o yemeğin lezzeti üzerine konuşuruz, konuşmalıyız da; hatta onu tatmalıyız:


alıkoyma şiiri

hiç alıkondunuz mu,
bir şair tarafından
şair olsaydım sizi
sözcüklerimin, veznimin içine
veya jones plajına
ya da belki coney adasına
belki de yalnız evime,
saklardım,
leylaklara şarkı kılardım sizi,
yağmurda savurur
kumsala karıştırırdım;
imgemi oluşturmak için
ve lir çalıp
aşk kasideleri dizerdim
sizin için,
yüreğinizi kazanmak için,
dolayıp kırmızı Siyah ve yeşile, sizi,
fiyaka satardım annenize gösterip
evet, şair olsaydım
alıkoyardım sizi
Nikki Giovanni

Ekin Sanat, Şubat 2012
Deneme,
Şiir: Kidnap Poem

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Enter your email address:

Delivered by FeedBurner